Lüks sınıfta çıta yüksekten öteye taşınıyor. Alman markaların premium oyuncaklarına karşı, tamamıyla Japon kültürünü hissettiren ve markanın yaratıcısı durumunda olan LS500h, lükse farklı bir açıdan baktırmayı hedefliyor. İşi zor mu? Evet ama eli de güçlü…
Amerikan pazarını fethetmeye kararlı bir Japon marka ve onun başarı öyküsünden bahsedilse, liste başına Lexus’u koyabilirsiniz. Japon mühendisliğinin Amerikan kültürüne aşina olması, alışması için gereken yılların ardından fitili ateşlenen markanın ilk modeli LS 400 olmuştu. 1989’da California’da tanıtılan bu modelin üzerinden yaklaşık 30 yıl ve beş jenerasyon geçti ve İstanbul’da kış mevsimine merhaba dediğimiz bu günlerde Muskat’ta 27 derecede bizi selamlayan da bu yakışıklıydı. Mercedes-Benz S-Serisi, BMW 7 Serisi ve Audi A8 gibi dominant modellerin arasından sıyrılmak için DNA’larına ve Japon kültürüne bağlı kalmayı planlayan mühendisler yenilik ve teknolojileri de otomobilin kalbine koymuşlar. 5235 mm’lik devasa uzunluk, seleften 35 mm fazla ve 3125 mm’lik aks aralığı arkadaki patronların adeta bir business class yolcuya bürünmesine olanak tanıyor.
İlginizi çekebilir
Markanın sporcusu LC ile ortak platformu kullanan LS, 1400 mühendisin altı yıllık çalışmasının sonucu. Takumi ustaları olarak adlandırılan ve Lexus’un en deneyimli (25 yıl ortalama tecrübe) çalışanlarının elinden çıkan LS’nin arka koltuğuna atıyorum kendimi. 1.80 metre uzunluğundaki bendeniz hemen yatak pozisyonuyla konforu deniyorum. Arkada devasa bir alan var. Mark Levinson Reference müzik sistemi 23 hoparlörüyle iç mekândaki konforu kişiselleştirebilecek durumda. Arka koltuklarda kafalıklarda bulunan multimedya ekranlar kişiye özel. Otomobildeki iklimlendirme de öyle. İçerideki ses yalıtımı tahmin edildiği gibi başarılı, bunun yanısıra iç mekândaki olası seslere karşın hoparlörler de ses kesici özellikte çalışıyor. Böyle bir otomobilde direksiyonda olmaktansa arka koltuk keyfini aktarmayı daha doğru buluyorum. Kullanılan malzeme üst düzey, kapı içlerindeki tasarım fazlasıyla akıcı ve şık. Japon markalar ile ilgili en zorlandığım kısımlar kültürlerine verdikleri özel isimler. Buyurun bir yenisi; Japon misafirperverliğine atıfta bulunan Omotenashi, LS’nin sizi adeta misafir etmesi anlamına geliyor. Arka koltuklarda ve ön koltuklarda bulunan masaj yolculuğu keyfe dönüştürüyor. Shiatsu adı verilen bu sistem, masaj uzmanlarının yorumlarıyla geliştirilmiş. Yolculuk boyunca masaj tuşunu eskitmiş olabilirim.
Jantlar bile iç mekânın sessiz olması için özel olarak tasarlanmış. Yani LS, kullanıcısının ve arka koltuk yolcularının tam anlamıyla keyfi için üretilmiş. Ön koltuk 28 arka koltuk 22 farklı biçimde ayarlanabiliyor. Peki ya Lexus LS’in kalbinde nasıl bir ünite var? Tabii ki bir hibrit. Toplamda 359 HP güç üretebilen 3.5 litrelik bir benzinli motor ve iki elektrikli motor uyumuyla 10 ileri bir CVT’yi bütünleştiren LS, 0-100 km/s hızlanmasını 5.5 saniyede tamamlıyor. Yani bu rakam AMG logolu bir S-Serisi’ne oranla yavaş ama Lexus bu konuyla pek ilgilenmiyor. Kullanıcı açısından da gaz pedalına saygılı, verimli bir motor, konfor odaklı bir şanzıman ve itaatkâr bir direksiyon var.
Hibrit tüketim rakamları 1.5 litrelik bir benzinli üniteye yakın. 400 km’lik rotamızda ortalama 8.0 lt /100 km’lik tüketime ulaştık. Yeni çok kademeli hibrit sistemi sayesinde motor devri 6600 d/d’ye kadar yükseltilmiş. Yani LS, sadece arka koltuktakileri değil direksiyonu başındakileri de mutlu etme niyetinde. Yol boyunca V6 motordan çıkan tatlı sesler beni keyiflendirmeyi başardı. Mart ayından itibaren Türkiye’de de satılmaya başlanacak olan LS, 235 ila 327 bin Euro arasında değişen fiyatlara sahip. Euro kurlarıyla birlikte hesaplamakta zorlanılan rakamlar olsa da bu sınıfın limitleri yüksek. LS’nin de önemli kozlar var. Alman markalardan sıkılan veya farklı olmak isteyen patronların tercih listesine girebilir.
Yazı: Volkan Demirkuşak
Muskat, Umman
Sonuç
Farklı olmak!
Bazı işler zordur. LS’nin Türkiye’deki işi de öyle. Özellikle bürokrasinin, devletin ve patronların tercih ettiği bu sınıfta Alman markaların psikolojik üstünlüğü yadsınamaz. Ama Japon markanın Amerika pazarındaki başarısı da. Lexus Türkiye’nin önünde geçilmesi gereken birkaç yıl var. Marka bilinirliğinin artması ve sürdürülebilirlik bu konuların başında geliyor. Farklı olmak isteyenlerin ise beklemesine hiç ama hiç gerek yok.
Son yorumlar