Ferrari LaFerrari gibi bir hiperspor otomobil, gerçek hayat kadar hiçbir yere yabancı durmuyor. İnsan onu daha çok fuarlar ve özel etkinliklere yakıştırıp, sıradan hayatın bir parçası olabileceğine inanmıyor. Biz de işte tam bu zıtlığı yaşamak için LaFerrari’yi İtalyan otoyollarına çıkartıyoruz.
Bunun için önce koltuktaki yerimizi almayı başarmalıyız. Hiperspor bir otomobilden inerken yada otomobile binerken insan kendini daha komik bir duruma herhalde düşüremez. Hiper alçak bir otomobil, hiper dar bir giriş ve hiper geniş bir kapı eşiği bir araya gelince koltuk da hiper uzak bir hale geliyor.
Ama LaFerrari’de gerçek bu değil: Kanat kapılar açıldığında kapı eşiği de kapılara entegre olduğundan şaşırtıcı derecede geniş bir boşluk oluşuyor. Önce koltuğa doğru bir adım yaklaşıyoruz, sonra 180 derece dönüp öne doğru eğiliyoruz. Şimdi sırada geri geri kendimizi koltuğa bırakmak kalıyor. Kulağa zormuş gibi gelse de, pratikte uygulanması bir hiperspor otomobil için şaşırtıcı derecede rahat.
İlginizi çekebilir
Karbonfiber şasinizi kendi fırınlarınızda hazırlayabiliyorsanız, o zaman böylesi sıradışı kapıları da üretmeniz kolaylaşıyor. Yüzeyler için T800 adı verilen doku kullanılırken, yan panellerde ultra dayanıklı ve özellikle enerji emme potansiyeli çok yüksek olan T1000 dokusuna yer veriliyor. T1000 aynı zamanda Formula 1’de de kullanılıyor. LaFerrari’nin zemininde bir kat da kevlar kullanıldığı için mühendisler arasında ‘kurşun geçirmez’ şakaları da yapılıyor.
LaFerrari, sadece üretildiği malzemeyle değil, sürücüsüne sunduğu sürüş pozisyonuyla da Formula 1’den lezzetler sunuyor. Yarış tipi spor koltuklar, karbonfiber şasiye doğrudan monte edilmiş. Herhangi bir ayar mekanizmasının olmaması ağırlık tasarrufu anlamına geliyor. Le Corbusier kanepesinde oturur gibi bacaklar ve üst gövde biraz dik bir pozisyonda kalıyor. Kulağa rahatsızmış gibi geliyor ama daha ziyade rahatlatıcı… LaFerrari kendini sürücüsüne uydurmayı biliyor; koltuklarda ayar mekanizması olmamasının telafisi hareketli pedallarla sağlanırken, bunun için koltuğun altındaki kolu çekmek gerekiyor.
Sürüş pozisyonu özel sipariş bir takım elbise gibi mükemmel bir uyum sağlasa da asıl zorluk LaFerrari’yle trafiğe karışırken başlıyor. Dar ve çevre görüşü kötü bir otel çıkışından caddeye bağlanmak istediğimizde kara mizahla karşı karşıya kalıyoruz. Kafamı bir periskop gibi sağa sola çevirirken etrafımın da aynı hareketleri yaptığını görüyorum. Çevremdeki otomobillerde olanlar kafalarını değişik şekillerde çeviriyor ve burunlarını araçlarının camına dayıyorlar. Her şey LaFerrari manzarasından biraz daha fazla keyif almak için. Akıllı telefonların sanal deklanşörlerine basılıyor. Otomobil sürmek dışında her şey yapılıyor. Ve sonuç: Akan trafik bir anda kaotik bir hale geliyor.
Kırmızı ışıkta beklerken yanımızda duran kamyonun lastiğinin bijon kilitleriyle aynı seviyede olduğumuzu fark ediyorum. LaFerrari gerçek bir sürüngen. Acaba otoyol girişinde bariyerin de altından geçebilir miyiz? Enzo Ferrari’ye göre 35 mm daha da aşağıya çekilen ağırlık merkezinde mümkün olduğunca alçağa yerleştirilen bataryalar da pay sahibi.
Hibrit sistemlerde genelde ağırlığın sürüş dinamizmi ve performansı üzerinde yarattığı olumsuz etkiden bahsedilir. LaFerrari’deyse durum oldukça farklı. Hiperspor otomobil, bir Loxus Exige S’ten daha ağırmış hissi vermezken, aksine daha direkt ve hassas bir tecrübe yaşatıyor. Bu esnada sunulan süspansiyon konforuysa fenomen seviyesinde. LaFerrari, trafikte sıradan bir otomobil gibi ilerlemeyi başarıyor. Sarsıntı, vuruntu, düşük devirde titreyen bir motor veya debriyaj teklemesi, bunların hiçbiriyle karşılaşmıyoruz.
Sıradan hayatların arasında bir Ferrari: Maranellolu, hiç bir yerde bu kadar egzotik, gerçeğe bu kadar yabancı durmuyor
Ufukta otoyolun gişeleri duruyor. Bir kamyonun sığabileceği kadar geniş birini seçiyoruz. Ancak yaklaştıkça genişlik hissi ortadan kayboluyor. İyi gözle, iyi hedef al ve iyice yanaş. Bilet otomatına mümkün olduğunca yanaşıyoruz, yoksa kolumuz makineye ulaşamayacak. Bu sırada jantları da korumak için mesafemizi koruyoruz. Tam gişenin yanında durmayı başardık. Elektrikli camı açıyoruz. LaFerrari sanıldığı kadar minimalist bir otomobil değil.
Aman tanrım, otomatik ne kadar da uzakta. Önce kolumu uzatıyorum. Yetmedi. Omuzumu camdan dışarı çıkartıyorum. Olmadı. Popomu koltuktan kaldırıp iyice geriliyorum. Daha iyi ama hâlâ mesafe var. Ancak belden yukarımı camdan dışarı çıkarttığımda parmak uçlarım bilet otomatına erişiyor. Bir dahaki sefere iyice sağa yanaşıp, kapıyı açacak kadar boşluk bırakacağım. LaFerrari’den inmek çok daha kolay olurdu.
Autostrada olarak söylenen İtalyan otoyolunun orta şeritlerinden birindeyiz. Otoyol neredeyse tamamen boş. Sadece sağımızda bir kamyon var. Yan aynaya baktığımızda bu boşluğun nedenini de anlıyoruz: Sol şerittekiler ellerindeki telefonlarla bizi çekmeye çalıştıkları için neredeyse bir kilometrelik kuyruk oluşmuş durumda. Bu son derece normal. Bu şansı, rüya otomobillerini bu kadar yakından görmeyi bir daha ne zaman yakalarlar bilinmez. Şipşak faslı bittikten sonra yakınımıza gelen otomobillerden yapılan mimikler ve jestlerle bizden ‘tam gaz’ beklediklerini anlıyoruz. Sevgili İtalyanlar; burası sizin autostrada’nız ve sizin hız limitleriniz geçerli. Eğer LaFerrari’yi kudurmuş halde görmek istiyorsanız, kanunlarınızı hükümetinizle görüşmelisiniz.
Ya da boşverin, kurallar çiğnenmek içindir deyip, kısa bir süreliğine kanun kaçağı olalım. Ferraristi olarak adlandırılan Ferrari tutkunları, kutsallarını aksiyon halinde görmeyi sonuna kadar hak ediyor. 1000’e yakın atmosferik beygiri en azından dışarıdan yaşamamalılar. Beygirlerden 800’ünü V12 üretirken, geriye kalanından KERS sisteminin elektro motoru sorumlu. Elektro motorun ana görevi LaFerrari’nin tepkilerini dramatik bir canlılığa ulaştırmak.
Tamam artık sıra sağ ayağımızla gaz pedalına sert bir tekme atmaya geldi. V12 kükreyene kadar hareket başlamış bile oluyor. İmkânsız mı? Elektro motor olmasa evet ama bu motor, F12’de biraz daha güçsüz haliyle tanıdığımız V12’nin zaten çok kısa olan tepki süresini adeta yok ediyor. Tam gaz devam ve yaşanan ivmelenme nefes kesiyor. Ferrari yalnızlığa doğru kayıyor. Bu öyle bir yer ki, onu ikinci bir otomobilin takip etmesi neredeyse olanaksız.
Algımız sürreal bir anı yaşıyor: Önümüzde hiçlik, arkamızda hiçlik. Trafik yok ama seçebileceğimiz üç şerit var. Mamma mia, cennet böyle bir yer olmalı. Ya da bu sahne bir kıyamet filmine de ait olabilir: Kurtulanlardan biri, bir yarış otomobilinde terk edilmiş yollarda kendi halinde seyrediyor.
Kaçamak bir bakış ve sıradaki viraj karşımızda bile. Komik, çünkü viraja daha bir kilometre vardı. Göstergelere bakıyorum: Rakamlar çıldırmış olmalı, biz bu kadar hızlı değildik. Yoksa öyle miydik? Neyse, nasıl olsa kimse görmedi.
Yazı: Marcus Peters
Fotoğraf: Hans-Dieter Seufert
Son yorumlar