Otomobilin en göreceli yönü olan tasarım kavramı son yıllarda bir hayli değişti. Bu değişimi görmek adına yakın döneme damgasını vuran birbirinden farklı dört modeli bir araya getirdik. Toyota C-HR, Citroen Cactus, smart fortwo ve BMW i3’ün sıradışı tarzını mercek altına alarak, otomobil tasarımının nereden nereye geldiğini inceliyoruz…
Bazıları için ayağını yerden kesme vasıtası, bazılarımız içinse yaşam tarzı olan otomobil, tasarım ve teknolojinin uyumlu çalışmasının gerçek sembolü olarak gösterilebilir. Aslında otomobil insanlık tarihinin küçük bir diliminde karşımıza çıkar. Buna rağmen 100 yılı aşkın bu kısa hikâyeye baktığımızda alışkanlıklarımızı ve dünyanın dokusunu geri dönülmez bir şekilde değiştirmiştir.
İlginizi çekebilir
Otomobil endüstrisinin ilk yıllarına baktığımızda, bu araçların hemen hepsi içten yanmalı motorların kullanılmaya başladığı 1800’lerin sonuna dek at arabası ve bisiklet karışımı hibrit bir görünüme sahiptiler. Otomobillerin tasarım fikirleri ile tanışması ve at arabası tarzı gövde özelliklerinden kurtulması 1900’lü yıllarda başladı ve 20 yıllık bir süreçte şekillendi. Bu süreçte otomobil; motor teknolojisi, direksiyon sistemi, kabin gibi konularla şekillenerek, kavram yavaş yavaş değişmeye başladı. Otomobili satın almak güçtü. Pahalı, kullanımı külfetli ve güvenli değillerdi. Ancak otomobil sahibi olmak sadece ulaşım ihtiyacı karşılamak değil, aynı zamanda mevki sahibi olmak demekti.
1910’lardan 1930’lara geldiğimizde ise otomobildeki tasarım kavramı büyük bir sıçrama yaşadı. 1930’larla birlikte otomobil fabrikaları tasarım söylemleri ile birbirlerinden ayrışmaya başladı. Son derece farklı ve bugün bile inanılmaz ilgi çeken güzellikle otomobiller tasarlandı.
1950’lerin otomobil tasarıma kattığı en büyük etki ise uçak mühendisliğinin gelişimi ve aerodinamik mühendisliği konusunda bilginin yaygınlaşması ile otomobil tasarımı üzerinde sarsıcı bir etki bırakmasıydı. 50 ve 60’lı yıllar 70’lerin sonuna dek otomobil dünyasının en güzel tasarımlarını yaratmıştı. 80’lerdeki geometrik tasarım dili adeta bir geliş dönemini andırıyordu. 90’lardan günümüze doğru geldiğimizde, konsept otomobillerin neredeyse çok benzeri modellerin üretilmeye başladığı 2000’ler ve günümüzde artık uzay çağını andıran son derece ilgi ve dikkat çekici tasarımlar ortaya çıkıyor.
Ben burada artık birçok otomobil tasarımında geleceğin yansıtılmaya çalışıldığını düşünüyorum. BMW i3 bunun en belirgin örneklerinden biri. Elektrikli otomobil dünyasında, çevrecilik ve sürüş dinamikleriyle birlikte tasarımı en iyi şekilde örtüştüren i3’ün çizgileri otomobilin karakteristik yapısını yansıtıyor. Ayrıca detaylarda kullanılan malzemeler de bunu perçinler nitelikte. BMW i3, modern ve fütüristik görünümü, kübik dizaynı, geniş cam yüzeyleriyle markanın özgün LifeDrive mimarisini yansıtıyor. i3’ün görünümü bulunduğunuz yılın en az 20 yıl sonrasının hissini veriyor. Uzunluğu 3999 mm, genişliği 1775 mm ve yüksekliği 1.578 mm olan gövde, kompakt boyutları ve dinamizmiyle kentsel kullanımdaki çevikliği vurguluyor. i3’ün ön tasarımı, BMW böbrek ızgarası diğer modellere göre kapalı ve ayırt edici bir şekilde karşımıza çıkıyor. U-şekilli LED ışık üniteleri, aynı şekilde U şeklindeki LED stop lambaları ve sırlı arka bagaj kapısıyla birlikte BMW i3’ü ayıran tasarımsal farklılıklar arasında.
Birbirine ters yönde açılan arka kapılar ön kapıyı açtıktan sonra kapı içerisinde yer alan açma kolu ile açılıyor. Bu detay beraberinde i3’te B sütunünü da ortadan kaldırıyor. BMW i3’ün yapısı, CFRP (carbon-fiber-reinforced polymer) anlamına gelen karbon fiberle güçlendirilmiş plastikten oluşuyor. Yolcu kabininde ve iç tasarımın da birçok detayında kullanılan bu malzeme, iç mekândaki alan kullanımının optimizasyonu ve iç tasarımı için yeni bir bakış açısı yaratıyor. Kabin tasarımı geleneksel BMW tasarımının oldukça dışında fakat bir BMW kullanıcısının da rahatlıkla hakim olabileceği bir ortak dile sahip. İç mekânda kullanılan malzemeler, yüksek oranda yenilenebilir hammadde ve geri dönüştürülmüş materyallerden oluşuyor.
i3, günümüz otomobillerine baktığımızda teknolojik aksamdaki farklılığını tasarımına da yansıtmış ender otomobillerden biri. Ve uzunca bir süre de bu sıra dışı kimliğini koruyacak gibi görünüyor.
Diğer bir farklı tasarım da özellikle kapılarındaki Airbump adı verilen teknolojiyle ön plana çıkan Citroen C4 Cactus. Önceleri başka bir otomobile rastlamadığımız Airbump neydi isterseniz bir hatırlayalım…
Citroen tarafından geliştirilen içi hava dolu kapsüllerden oluşan Airbump; otomobile estetik bir görünüm katarken şehir içi kullanımlarda oluşabilecek ufak darbelerden de aracınızı koruyor. Airbump’da kullanılan TPU (termoplastik poliüretan), adlı özel malzeme renk atmama özelliği de taşıyor.
Citroen, 2015 yılında bu özelliğiyle “World Car Design of the Year” ödülünü almıştı. C4 Cactus’un tasarım detaylarına incelemeye devam edersek crossover havasında bir tasarıma sahip olduğunu söyleyebiliriz. Fakat tasarım çizgilerindeki birçok fütüristik hareket onu ayrıcalıklı kılmayı başarıyor. C4 Picasso’dan hatırladığımız gündüz farları ince ve çekici yapısıyla agresif bir görünüm sunarken esas aydınlatma grubu ise alt kısma yerleştirilmiş. Ayrıca Cactus’ün tamamen camdan üretilmiş bir tavanı var. UV ışınlarına karşı korumalı olan cam tavan kabini ferah bir hale getirmeyi oldukça başarılı bir şekilde yerine getiriyor.
Tavan rayları, farklı tampon rengi, yuvarlak hatlarıyla birlikte Cactus ilk bakışta off-roader tarzı bir görünüm de sunuyor.
Adı C4 olmasına rağmen Cactus, Citroen’in PSA PF1 alt yapısıyla üretiliyor. Sizlerin de bildiği gibi bu iki altyapı da bahsi geçen markaların küçük sınıftaki modellerinin temelini oluşturuyor. Citroen C4 Cactus, 4157 mm uzunluğa, 1729 mm genişliğe, 1480 mm yüksekliğe ve 2595 mm aks aralığına sahip. Kabinde de en az dış görünüm kadar sıra dışı bir çizgi var. Retro bir görünüm ve kumaşa sahip koltuklarda sanki evde oturuyormuş gibi rahatsınız. Sade ve yakın konsol tasarım alışagelmişin dışında. Sürücünün kafasını karıştıracak tuş karmaşası minimuma indirilmiş ve birçok ayarı ekran üzerinden yapıyorsunuz. Bu teknolojik geliştirme bazı zamanlarda canınızı sıkabilir. Vites kontrolü de yine bildik kontrollerin dışında. Müzik sisteminin hemen altında yerleştirilen tuş grubu ile bu kontrolü sağlıyorsunuz. Kullanışlı mı derseniz bana göre değil.
Şimdi de popülaritesini hiçbir zaman kaybetmeyen smart’tan bahsedelim. Küçük şehir otomobilleri şirin ve sevimli tasarımlarıyla her zaman ilgi çekmeyi başardı. smart da üretildiği ilk günden beri koruduğu tarzıyla bunun en iyi örneklerinden biri oldu. smart’ın yeni jenerasyonu; farları, ön konsoldaki havalandırma sistemleri ve kendilerine özgü tasarımları ile dikkat çekiyor. Şehir trafiği için eşi benzeri olmayan bir otomobil. Bir smart’ınız varsa park konusunu ve İstanbul’daki dar sokakları asla dert etmenize gerek yok. smart, geçmişteki 2.69 m’lik uzunluğunu korumayı başaran bir otomobil. Bu sayede manevra kabiliyeti ve bunun getirdiği pratikliği de oldukça yüksek. Küçük boyutlarına rağmen içerde iki kişinin yolculuk edebileceği çok rahat bir yaşam alanı tasarlanmış. Hem diz hem baş mesafesi çok iyi. Renkli, enerjik, sportif ve özgün dış tasarım; eğlenceli, kullanışlı, kaliteli ve etkileyici görünüm sunan iç tasarımla birleştiğinde bu otomobil sizi tarzıyla heyecanlandırmayı başarıyor.
Son olarak da grubun son, otomotiv dünyasının en iyi ve ilgi çekici tasarımıyla birlikteyiz. Sizlerin de bildiği gibi Toyota gelenekçi tasarımları ve özellikleriyle akıllara kazınmıştı. Yeni bir Toyota gördüğünüzde o otomobilin yeni olduğunu anlarsınız fakat çok da yadırgamazsınız. Ama konu yeni C-HR olduğunda Toyota bu konuda yeni bir döneme girdiğini bizlere gösterdi. Ben birkaç ay önce bu otomobille İstanbul-Ankara arası bir yolculuk yapmıştım ve sürüş anlamında da birçok farklılığı olduğundan bahsetmiştim. Fakat bugün konumuz tasarım ve C-HR’ın tasarım detaylarını gelin birlikte inceleyelim.
Tasarım çizgisi hem bir crossover benziyor hem de bir Toyota’ya göre oldukça cesur. C-HR da tıpkı diğer farklı tasarımlara sahip konuklarımız gibi sürücüsünü heyecanlandırmayı başaran bir otomobil. Ayrıca tarzı ve sportif sürüşünden ziyade pratikliğe de önem veriyor. Şık coupe tasarımı, ayırt edici tasarım özellikleri dik eğimli tavan çizgisi ve gizli kapı kolları C-HR’ın kendine özgü yanları…
Otomobilin hemen her detayında keskin hatlar, sivri ve sert tasarım hareketleri bulunuyor ve aracın tamamen sportif ve agresif görünmesini sağlıyor. C-HR’da ilk bakışta karşınıza geniş yüzeyler çıkıyor. Büyük tampon, büyük farlar ve birçok otomobilde rastladığımızın aksine son derece küçük bir ön ızgara… Fazlasıyla girinti ve çıkıntılara sahip ön tamponu farlar tamamlarken sis farları alt kısımdaki siyah petekli alanın iki köşesine yerleştirilmiş.
Toyota C-HR’ın biraz da kabinine bakalım. Buradaki detayların otomobilin dış tasarıma oranla daha muhafazakar ve gelenekçi olduğunu söyleyebiliriz. Fakat sürücü odaklı konsol iyi bir şekilde tasarlanmış. Kokpitin ve büyük ekranın açısı tamamen sürücüye dönük bu da otomobili kullanırken her şeye daha hakim olduğunuz hissini uyandırıyor.
Gün sonunda bu dört farklı tasarıma sahip otomobili inceledikten sonra vardığımız ortak bir kanı var. Otomobil tasarımları yavaş yavaş bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz o sıra dışı görünümlere doğru gidiyor.
Fonksiyonellik her zamankinden daha fazla, bu doğru. Mobilite ön planda ve yeni teknolojiler elektriğin ve otonomun hayatımıza daha çok dahil olduğu günleri getirecek.
Yine de bizler hâlâ içten yanmalı, benzinli motorlar ve yüksek beygirlerin sevdalıları olarak bu zevki sonuna kadar savunacağız.
Sonuç
Tasarım görecelidir
Tasarım aslında evrensel bir kavram. Senin beğendiğini ben, benim beğenmediğimi senin beğenmen çok doğal. Fakat bazı tasarımlar var ki işte onlara dil uzatırsan “taş olursun” der eskiler… Otomobillerin gün geçtikçe sadece mobilite tarafından çözüm üretecek araçlar haline gelecek olması, uzaktan kumanda edilebilmesi, kendi kendine gidebilecek olması beni üzen bir durum. Keza yarış pistlerinde Formula E otomobillerini görmek de. Bu söylediklerim yerleşik hayata geçene kadar ben yaşar mıyım bilemem ama dikkat çekici spor otomobilleri hâlâ çok seviyorum ve sevmeye de devam edeceğim.
Yazı: Ahmet Armağan
Fotoğraf: Alp Emre Göksel
Son yorumlar