Kuruluşu 1800’lü yıllara dayanan bir marka tarihiyle ne kadar övünse azdır. Spirit of France etkinliğinde biz de bu tarihi hissettik hatta deneyimledik…
Geçtiğimiz ay telefonuma bir mesaj geldi. Peugeot Türkiye’den İpek Kiraz, müzeye gitmek iste misin diye soruyor ve devam ediyordu; 504 de kullanacağız… Ayrıldığı sevgilisinden mesaj alan bir ergen gibi önce kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı daha sonra terlediğimi hissettim, tüylerim diken diken olmuştu. Cevabımın ne olduğunu fotoğraflarda görüyorsunuz.
İlginizi çekebilir
Yazılarımda tarafsız olmaya gayret etsem de Fransız otomobillerini ne kadar sevdiğimi herkes bilir. Bu nedenle bu yolculuk benim için zirve anlamı taşıyordu. Müze ziyaretinin yanında Peugeot 504 kullanacak olmak da benim için ayrı bir öneme sahipti çünkü rahmetli amcam Selçuk Yılmaz’ın ilk otomobiliydi. O kadar çok anım var ki 504’le. Bir gün Kumburgaz’a yazlığa gidiyoruz, ben babamlarla ve Renault 12’yle değil, Peugeot 504’le gitmeyi tercih etmişim demek ki. Yolda Selçuk amcama bu araba da bayağı hızlıymış dediğimi hatırlıyorum. Belli ki çocuk aklımla çok sıkıldığım yol, o gün daha çabuk bitmiş. Amcam da Avrupa otomobili bu, tabii hızlı olacak demişti… Daha anlatacak çok şey var ama hem benim gözüm doluyor hem de sizi çok sıkmak istemiyorum. Biz en iyisi Spirit of France etkinliğine konsantre olalım.
Sochaux, Peugeot’nun doğum yeri. İlginç olan, 1810’da doğan marka o dönemde kahve öğütücüsü gibi eşyalar üretiyormuş ki, hâlâ bu üretim devam ediyor ve fabrikasını bile gezme fırsatı bulduk. 1830’da bisiklet üretimine başlayan Peugeot’nun otomobil üretimine geçişi 1882’yi bulmuş. Daha sonra 1898’de aslan logolu motosikletler de yollarda dolaşmaya başlamış. Düşünün, mutfak eşyaları yapan bir şirketiniz var ama kurucu kardeşlerden Armand Peugeot gelecek tekerlekli araçlarda diyor. Bu nasıl bir vizyondur?
Kahve öğütücüsünden bir dünya markası haline gelen Peugeot’nun hikâyesine tanıklık etmek hatta deneyimlemek çok öğreticiydi.
Fransızların Musée de l’Aventure Peugeot dediği müze gezisinden önce yapacak çok işimiz vardı. Dedik ya Peugeot 504’ün 50’nci yılı. Bu nedenle bu efsane otomobilin üç farklı versiyonuyla kilometrelerce yol yaptık. 1968’de tanıtılan Peugeot 504, sedandan coupe’ye, cabrio’dan station ve pick-up’a kadar birçok versiyonla üretildi. Afrika ülkelerinde de çok sevilen ve 404’ün yerine gelen 504, tam bir dünya otomobili olduğunu dört milyonun üstünde satış başarısıyla kanıtladı.
Kullandığımız versiyonlardan sedan olan 2.0 lt karbüratörlü motora sahipti ve GL donanım paketliydi. Bu 2.0 lt motorun enjeksiyonlu versiyonları bile vardı ve gücü 93’den 106 HP’ye kadar uzanıyordu. Arkadan itişli olan 504’ün en önemli özelliği oldukça konforlu olan süspansiyonu. Hidrolik destekli olmayan direksiyonu bile yorucu değil. Dört ileri şanzımanlı bu otomobille hem çocukluğuma gittim hem de en kısa sürede bir tane satın almaya karar verdim. Daha sonra ise 504 Coupe ve 504 Cabrio kullandık. Cabrio olan 2.7 lt V6 karbüratörlü bir motora sahipti ve 136 HP gücündeydi. Coupe versiyon ise makyajlı modeldi ve aynı motorun enjeksiyonlu halini kullanıyordu. 144 HP’lik bu motora beş ileri manuel şanzıman eşlik ediyordu. Ayrıca hidrolik direksiyonu da vardı. Bu otomobiller, ilginç bir şekilde çok iyi yol tutuyor. Önde konvoyu düzenleyen Peugeot 308 sürücüsü temposunu artırsa da hiçbir 504 modeliyle ona yetişmekte bir sorun yaşamadık. Yol tutuş ve frenleri belli ki zamanlarının ötesindeymiş.
Son olarak Peugeot 505 Turbo Injection’ın da tadına baktık. 8o’li yılların bu otomobili; 150, 160 ve 180 HP’lik versiyonlara sahip. Bizim kullandığımız 160 HP’lik versiyondu. 2155 cc’lik turbo motor, 255 Nm’lik torkunun da etkisiyle oldukça performanslıydı. Son arkadan itişli Peugeot’lardan olan 505 de yol tutuşu ile çok dikkatimi çekti. Tabii bu gezinin yeni Peugeot 508’in tanıtılmasından önce yapılması da ilginç bir deneyim oldu. Böylece 500 serisinin tarihini tam olarak kavramış olduk.
Gezinin asıl sürprizi müze ve daha önce gezme fırsatı bulduğumuz müze deposuydu. Bu depodaki otomobiller ya restore edilmeyi ya da müzeye girmeyi bekliyor çünkü 1988’den sonra üretilmiş otomobiller müzeye kabul edilmiyor. Tabii Taxi filminde rol alan daha yeni istisnalar da yok değil.
Müzede otomobiller yıllarına göre ayrılmış. Böylece tarihi gelişimi çok daha iyi anlıyorsunuz. İmkânınız varsa mutlaka gidin derim.
Yazı: Mert Yılmaz
Sochaux, Fransa
Son yorumlar